Şimdi Bu da mı Sanat?

Otomobiller değişti, telefonlar değişti; ulaşım araçları,iletişim araçları,evler, yollar,ilişkiler her şey ama  her şey baş döndüren bir hızla değişirken neden Sanat aynı kalsın! Hem sanatın değişen bu yeni dilini öğrenmek hem de komşuluk kavramı üzerine biraz kafa yormak için 15. İstanbul Bianeli’ni 11 ve 12. sınıflarla ziyaret ettik.

Sergisini gezerken “Ben bunlardan bir şey anlamıyorum” diyen bir kadına Picasso “Siz Çince bilir misiniz?” diye sorar. Şaşkınlıkla “ Hayır” diyen kadına “Ama Çince anlayan dört yüz milyon insan var.” Cevabını verir. Aslında her şey bir pisuvarla başlar, Marcel Duchamp 1917’de bir sergiye fabrikadan aldığı bir pisuvarı Sanat eseri olarak gönderir ve sanat tarihini geri dönülmez şekilde değiştirir. Sanatı seçkinci tahtından indirir, kutsal halesini söker, dokunulmazlığını ortadan kaldırır. Pisuvar sergiye kabul edilmez bir köşeye fırlatılır ama o kayıp pisuvar bugün farklı yollarla sanat yapmaya çalışan sanatçıların yolunu açar.

Bedenini bir sanat malzemesi haline getirip performans sergileyen, sinema dilinden farklı bir dille kamerayı  kullanıp video çeken, günlük sıradan şeyleri bir araya getirerek enstelasyon yapan sanatçıları ve tüm bu tuhaflıkların sanata dönüştüğü yeni akımları anlamak elbette ki öğrencilerimiz için çok güç olacaktı. Bu yüzden Bienal gezisi öncesi ressam Çınar Eslek okulumuzda küçük bir söyleyişiyle sanatın bu yüzyılda geldiği yeri kısaca anlatmaya çalıştı. Ama asıl ders bir gün sonra rehber eşliğinde gezilen İstanbul Modern ve Galata Rum okulundaydı.

Öğrencilerimiz dev bir kepçe ve kökünden sökülmüş kuru ağaçların yığıldığı köşede doğanın ve insanın yıkıcı komşuluğunu, kırık cam şişelerden yapılmış bir bahçe ile beyazların ve siyahların acıklı komşuluğunu, dilsiz ve sağır Suriyeli bir çocuğun işaret diliyle savaşta yaşadıklarını anlattığı bir videoyla ezilenlerin ve muktedirlerin zalim komşuluğunu, günde sekiz saat hareket eden bir evin parçalarını seyrederken iç dünyamız ve dışarıya gösterdiğimiz yüzümüzün sahte komşuluğunu, bir hamam sırasına dizilmiş sekiz çift bacakla Türkiye’nin ve sınır ülkelerinin karmaşık komşuluğunu, babasının ölümünün ardından babaevinin her köşesine günlerce dokunup alçıdan ellerinin şekillerini yapan sanatçının heykelleriyle acının ve hatıranın ayrılmaz komşuluğunu, küçücük kapılardan ve bembeyaz duvarlardan oluşmuş bir labirentte kaybolarak benliğin, evin, ailenin huzursuz komşuluğunu, çirkin ve devasa ev eşyalarıyla tüketim çılgınlığımızın kapitalizmle olan gereksiz komşuluğunu, küçük küçük, özenle çizilmiş balık ve bitki resimleriyle kirlettiğimiz denizlerin, her köşesi betonla istila edilmiş şehirlerin umutsuz komşuluğunu bir kere daha düşünme fırsatı buldu.

Tek bir sergi bir okulda yapılacak elli derse bedeldi!

Mehmet Kalkan

Edebiyat Öğretmeni