Tüm dünyada emekçi kadınların sınıfsal, cinsel ve sömürüye karşı mücadele günü olan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü okulumuzda kutlandı .
Çocuk yaşta evlendirilen, şiddete maruz kalan, öldürülen, eğitim olanağı bulamayan, genel olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin her türüne maruz kalarak adeta “ İkinci Cins / Öteki Cins “ olarak ikincil statüye düşürülen tüm kadınlar için pozitif bir ayrımcılık ve eşitsizliğin giderilmesi konusunda farkındalığın oluşmasını amaçlayan kutlamada, öğrencilerimizden Ege konuyla ilgili düşüncelerini şöyle dile getirdi;
Yaklaşık 50 yıl önce Fransız düşünür Gilles Deleuze çok kritik bir soru sordu :”İnsanlar neden kendi kullukları için inatla ,sanki bu onların kurtuluşlarıymış gibi savaşıyorlar “Yapılan araştırmalar sonucu 31 milyon genç kızın okula gidemediğini, son 15 yılda kadına şiddetin %1400 arttığı görülüyor.
Bu verilerden hareketle içinde yaşadığımız özgürlükçü, ilerlemeci, tolerans odaklı yüzyılın insanlığa sunduğu çözümlerin yetersiz illüzyonlardan ibaret olduğunu anlamak zor değil.
“Kadın “ a uygulanan zulmün ve baskının biçimlerde bu kadar açıkca uygulanıyor olması problemin kaynağının aslında ne kadar yüzeysel gözükse de yıkılması güç temellere dayandığını göstermekte
“Kadın “ ve “Erkek “ kelimelerini kullanırken bile aslında hepimiz bu grupların nasıl davranacağına ve onların arasındaki ilişkinin bir hiyerarşiye sahip olup/olmayacağına dair önvarsayımlara sahibiz.
Demek oluyor ki eğer cinsiyetler arasındaki eşitsizliği uzun vadede değiştirmek istiyorsak geleneksel cinsiyet anlayışlarımızı temelden sorgulamak ve sarsmak zorundayız.
Tam da bu yüzden 8 Mart gibi günleri vicdani midemizi doyurup apolitik çölümüzde yaşamaya devam etmek için kullanmak, Robespierre ‘in de demiş olduğu “ Devrimsiz bir Devrim “ istemektir, aksine bu tür olanakları Kadın ve Erkeğin ötesine geçmek ,daha farklı ,daha ideal bir insan kavrayışına ulaşmak için kullanmalıyız.