Geçtiğimiz hafta, fransızların günün yoğun temposunu anlatmak için kullandıkları “métro boulot dodo” üçgeninin dışına italyan fotoğrafçı Luca Bonacini ile çıktık. Amacımız rutinimizde gözden kaçırdığımız detayları fotoğraflamaktı.
Elimizden asla düşürmediğimiz telefonlarımızla çıktık bir maceraya. Sürekli değişim içinde olan, dönüşen ve yenilenen koca İstanbul’un içinde kendi has bir dokusu olan Feriköy’ü “yeniden” keşfetmeye hevesli öğrencilerimiz, bir yandan dar sokaklarında balkondan balkona sohbet eden yaşlı teyzeleri, nesilden nesile devam ettirilen antika mezatlarını, işlerini incelikle icra eden zanaatkarları gördüler. Öte yandan da semt esnafıyla ekonomiden ve gündemden konuşup sokağın nabzını tuttular. Pazarcıların tezgahlarına titizlikle dizdikleri reçellik şeftaliler, dolgun incirler, salkım salkım üzümler “gel fotoğrafımızı çek” diyordu sanki. Öğrencilerimiz artık işe koyulmaya hazırlardı.
Gruplara bölünüp iki saat boyunca farklı bir bakış açısıyla sıradışı olanı bulmaya çalıştı öğrencilerimiz. İşbirliği ve takım çalışması yaparak birbirlerine yönlendirmelerde bulundular. Onların liderlik becerilerini geliştirmeye çalıştıklarını görmek bir noktada beni de etkiledi.
Çektikleri fotoğraflar hakkında ara ara Luca Bonacini’nin yanına gidip fransızca olarak geri dönüşler aldılar. Böylece farklı perspektiflerden bakmayı, kendi yeteneklerine güvenmeyi öğrendiler ve açık fikirli bireyler olma yolunda adım attılar.
Yoğun bir okul gününün ardından gerçekleştirdiğimiz bu aktivitede onların tutkuyla, yılmadan çekim yapmaya devam etmeleri takdire şayandı. Okul sıralarının dışına çıkan bu zengin ve ilgi çekici öğrenme deneyimi belki de gelecekte kariyer seçimleri için bir temel oluşturmuştur, kim bilir ?
Şunu da eklemeden geçmek istemem, çekilen fotoğraflardan oluşan sergi neticesinde ödüle layık görülen öğrencilerimiz, verdikleri emeklerin karşılığını aldıkları için çok memnun gözüküyorlardı ve bizlere bir sonraki fotoğrafçılık projesinin ne zaman olacağını sormadan ayrılmadılar 🙂